Seçkin Tataroğlu ile Yüksek Lisans Söyleşimiz!

1 Mayıs 2021

Seçkin Tataroğlu ile İngiltere’de Yüksek Lisans Söyleşisi ! Herkese merhabalar, Lemon Academy Ailesinden Simge ben 😊 Bugün yüksek lisans için neden İngiltere’yi tercih etmeliyiz, Leicester Üniversitesinde yüksek lisansını tamamlayan Seçkin Tataroğlu ‘nu konuk ediyoruz. Bizlerle İngiltere tecrübelerini paylaşacak, soracağımız sorulara yanıtlar verecek 😊 Hazırsak Seçkin Tataroğlu ‘nu yayınımıza alalım 🙂 Selamlar Seçkin bey nasılsınız? Merhaba...

Seçkin Tataroğlu ile İngiltere’de Yüksek Lisans Söyleşisi !

Herkese merhabalar, Lemon Academy Ailesinden Simge ben 😊 Bugün yüksek lisans için neden İngiltere’yi tercih etmeliyiz, Leicester Üniversitesinde yüksek lisansını tamamlayan Seçkin Tataroğlu ‘nu konuk ediyoruz. Bizlerle İngiltere tecrübelerini paylaşacak, soracağımız sorulara yanıtlar verecek 😊 Hazırsak Seçkin Tataroğlu ‘nu yayınımıza alalım 🙂

Selamlar Seçkin bey nasılsınız?

  • Merhaba Simge çok teşekkür ederim gayet iyiyim, karantinadan çıkıyoruz burada yavaş yavaş. Beni bu kadar güzel bir günde konuk aldığınız için çok teşekkür etmek istiyorum. Tüm küçük kardeşlerimizin 23 Nisan’ını kutluyorum burada. Umarım onlara da önümüzdeki dönemde faydalı olabilecek birkaç cümle sarfedebiliriz.

Sen nasılsın?

Çok teşekkür ediyorum, iyiyim ben de 😊 Bizler İngiltere tecrübelerinizi merak ediyoruz, yüksek lisans eğitiminiz sonrası Londa tecrübeleriniz… Ama öncesinde Seçkin Tataroğlu kimdir bize biraz bahsedebilir misiniz?

  • Tabii ki.

Sosyal tarafta Seçkin, yeni lezzetler tatmayı, yeni kültürler görmeyi, yeni insanlar tanımayı çok seven; müziksiz yapamayan, birinin elektronik eşyası bozulunca ilk akla gelen ailenin afacan çocuğu.

Eğitim ve kariyer tarafında ise, Istanbullu, meslek lisesinde atar gider yapmış, Marmara Üniversitesi’nde Sermaye Piyasası okumuş sonra 4 yıl bir yatırım bankasında fx trader olarak çalışmış biri. Bir gün Seçkin’in aklı çeliniyor ve hiç aklında yokken yurt dışına çıkmak çok cazip geliyor ve Ingiltere’ye gelip dereceyle master bitiriyor. Şimdilerde ise freelance veri bilimci olarak Londra’da hayatına devam ediyor.

Seçkin Tataroğlu, kısaca böyle bir vatandaş 🙂

 

İngiltere’de yüksek lisans eğitimi yalnızca bir sene sürüyor ve öğrencilerimizin en çok şaşırdığı durumsa bu aslında. Bir sene süren yüksek lisans tecrübenizden de bahsedebilir misiniz? Sizin için yeterli bir süre miydi 😊

(iç çeker) Çok yoğun! Açıkçası ben de buraya gelmeden önce “Nasıl olacak? Bir sene yeterli olur mu acaba?” diye düşünüyordum. Ama sonuçta Ingiliz üniversitelerinin uluslararası ortamlarda ne kadar geçerli olduğunu bildiğimiz için “Aman canım Ingilizler ayarlamışlardır, biz bir gidelim de” demiştim. Ki gerçekten de ayarlamışlar 😀

Ben University of Leicester’da “Data Analysis for Business Intelligence” master’ı yaptım. Yani hem data analytics tarafı vardı hem de business intelligence vardı. Daha çok business ile combinlenmiş bir bülümdü. Her üniversitenin eğitimi ve müfredatı çok farklı tabii ki ama benim bölümüm o kadar yoğundu, o kadar fazla şey yaşadım ki o bir sene içerisinde, bir sene bana on sene gibi geldi. Belki inanması zor olacak, “sallama hadi canım” diyeceksiniz ama dakikalarımı planlıyordum. Gerçek anlamda her “dakika”mı planlıyordum. 3 dk oraya, 7 dk şu iş için harcasam, tamam o işe de 10 dk kalır gibi hesaplar yapıyordum. Market alışverişinde geçireceğim vakitten tutun da haftalık dışarı çıkıp eğlence için harcayacağım vakitlere kadar her şey planlıydı.

“Amma da abartmışsın canım! O kadar niye zorladın kendini” diyebilirsiniz. Aslında birkaç sebebi var. Birincisi bölüm hibrit bir bölümdü, dolayısıyla bölümün zor olacağı baştan belliydi. Aslen matematik departmanına bağlı olmama rağmen, informatics departmanından da müfredatın yarısını aldık. Dolayısıyla, bir yandan çarşaf çarşaf matematik kanıtları yaparken bir yandan da Python’da yüzlerce satır kod yazıyordum. Çok yönlü bir bölümdü, çok yorucuydu ama sanırım güzel olan tarafı da bu. Zor işleri başarmanın verdiği zevk bambaşka bir duygu 🙂

Öte yandan genel bir bilgi vereyim, Ingiltere’nin en zor akademik seviyesi master olarak geçiyor. Lisans veya doktora bölümleri master kadar yorucu olmuyor. Yani kısaca, master olduğunuzda gerçekten büyük bir iş başarmış oluyorsunuz 🙂

 

En can alıcı noktasıysa tez dönemiydi sanırım… Öğrencilerimizin bir çoğu tez döneminde bir yandan stajlarını ayarlıyor bir yandan da tezlerini yazıyor. Sizin süreciniz nasıl geçti 😊

Açıkçası, tez dönemi benim bölümüm bazında nispeten rahat ettiğim periyoddu. Şöyle ki, 8 ders aldım, 6’sından yazılı sınava girdim, toplamda bir yıl boyunca 5bin kelimeden 28 assignment yazdım. Matematik bölümünde 5 bin kelimeyi tutturmak sosyal bölümlere göre biraz sıkıntılı oluyor. Toparlayacak olursak, ben tez yazana kadar zaten 2 tane doktora tezine eşit olacak kadar paper üretmiştim. 8 farklı derse parçalanmak da işin cabası tabii ki. Bu yüzden, tez dönemine geldiğimde bir “oh be sonunda sadece bir tek konuyla ilgileneceğim” demiştim dürüst olmak gerekirse. Lütfen bu rakamlar gözünüzü korkutmasın, her üniversite ve her bölüm benim bölümüm gibi değil, benim bölümümün ve üniversitem çok istisna bir pozisyonda bu noktada. Keza, aynı üniversitede bile başka master öğrencileri benim eforumun yarısı kadarını bile harcamadan mezun oldular.

Tez döneminde ise şöyle bir şey oldu. Konu belirledik, supervisor atandı ve ben araştırmaya başladım. Bir yerde çözüm üretemedim soruna. Bana fizik ile ilgili bir konuyu araştırmamı ve onu uygulamamı söylediler “fourier transform” (dikkatinizi çekerim, matematik, informatics ten sonra bir de fizik girdi işin içine – data scientist olmak bunu gerektiriyor, daha sonra bahsedeceğim.). Ben konuyu araştırdım ve uygulanabilir olmadığını gördüm. O sırada supervisor ile konuşmak istediğimde, tatile çıktığını öğrendim. Haydaaaa… Peki dedim başka bir çözüm buldum kendime, referans olsun diye söylüyorum Tensorflow mimarisine baktım. Bölüm direktörüne yazdım, “Bana matematik departmanında tensorflow bilen birini yönlendirebilir misiniz? Çok hızlı bir eğitime/rehberliğe ihtiyacım var bu konuda” diye. Cevap yok… Onun da tatilde olduğunu öğrenince, dedim “Siz misiniz tatilde olan! Size bir tez yazıcam var ya şaşıracaksınız!” Oturdum bütün Tensorflow/Keras kütüphanesini baştan aşağı öğrendim – uykusuz geceler – Model kurmaya başladığımda, bilgisayarım yeterli gelmedi, üniversitenin super bilgisayarına erişimim vardı ama oraya da 3. parti kütüphaneler bağlayamıyordum. Bu beni, kurduğum modeli daha da inceltmeye itti.

Direkt sonuca gidiyorum: Çok detaylı, çok yönlü bir tez oldu. Jüri karşısında sürekli izlediğim yolları ve hangi sorunlar ile çıktığını anlattım. Kendi tezlerimi kendi kendime jüri önünde çürüttüm. Bana sorular sordular, konuya o kadar hakim olmuştum ki profesörlere “Hayır, sorduğunuz soru bu vaka için çok anlamsız, eğer şu şekilde bir verisetimiz olsaydı o zaman doğru olabilirdi ancak” diyebilecek kadar konuya hakimdim. Sonuç mu? Son birkaç senede matematik departmanında alınmış en yüksek master tezi notunu aldım. Bu çabam bana üniversiteden iş teklifi olarak geri döndü.

 

Okuduğunuz bölümden memnun musunuz? Şu bölüm olsaydı daha mutlu olurdum, benim için daha avantajlı olabilirdi dediğiniz bir bölüm var mı?

Okuduğum bölümden çok memnunum. 2018 yılındaki dil belgem, maddi durumum göz önüne alındığında gidilebilecek en iyi üniversiteye gitmiştim. Yine aynı durumda olsam başka bir üniversiteye gidemezdim.

Kendim için değil ama bizi izleyen arkadaşlarımız için şunu söyleyebilirim: Gideceğiniz üniversite sadece bir araç. Bu aracı hangi kapasitede kullanacağımız tamamen bize kalmış. Veya kapasitesini ne kadar yükselteceğimiz…

Unutulmaması gereken bir nokta var ki Ingiltere’de eğitim çok büyük bir ticaret. Aslında siz paranızla eğitim ve farklı bir perspektif satın alıyorsunuz. Ayrıca üniversite sadece derse gir dersten çıktan ibaret değil. Yurt, kampüs hayatı, kafeler, akşam eğlenceleri hepsi bunun içinde. O yüzden aldığımız hizmeti sonuna kadar kullanmaya bakmak lazım.

Ben bu bir senelik master eğitimi boyunca yurtta kaldım, özellikle yurtta kalmak istedim. Sebebi, başka insanlarla, başka kültürlerle tanışma olasılığımı yüksek tutmaktı. Ayrıca kampüste barista olarak çalıştım. Dersten çıkıp kafeye çalışmaya gidiyordum. Derste arkadaşım olan insanlar, hocalarım, kafede müşterim oluyordu. Kafede bambaşka bir sürü insanla konuşma fırsatım oluyordu. Ingilizcemi çok rahat akıcı bir seviyeye getirmek için büyük bir fırsattı bu benim için. Mesela, şart olmamasına rağmen, her müşterime ne kadar ödemesi gerektiğini söylüyordum, karmaşık sayıları düşünmeden söyleyebilme yeteneğini kazanmak için. Herkese aynı cümleleri tekrar tekrar bıkmadan usanmadan söylüyordum, herkese hatrını soruyordum. Amaç: Ingilizce’yi omurilik soğanıma sokup düşünmeden konuşabilmek 🙂 İş bitti mi? Eve gidip ödev yazıyordum. Her Cuma akşamı yurtta cheese&wine night olurdu, bütün yurdun bir araya geldiği. Çok yoğun olsam bile gider 2 saat vakit geçirir herkesle konuşurdum. Bir yerden sonra zaten bütün kampüsü tanımaya başladım. Birçok bölümden, çok farklı derecelerden (lisans, master, doktor, post-doc, professor), çok farklı ülkelerden yüzlerce insan tanıdım. Birçok kültürü sordum, kendi kültürümü anlattım.

Dönüp aynı noktaya geliyorum tekrar: Gidilen okuldan ne kadar yararlanılacağı tamamen kişinin kendisinde bitiyor.

Merak ettiğimse Data Analytics bölümünden sonra öğrencileri ne gibi iş imkânları bekliyor?

Çok farklı işler olabilir 🙂 Çok geniş bir alan 🙂

            Konsept olarak biraz data analytics’ten bahsedeyim önce bilmeyen arkadaşlarımız için. Data Analytics / Data Science / Artificial Intelligence, bu konuların hepsi birbiriyle ilintili konular. Bu bölümleri bitirenlerin genel olarak güçlü bir matematik ve istatistik bilgisi olması ve en az birkaç tane de programlama dili bilmesi beklenir piyasada.

Matematik ve istatistik hemen hemen her konuya adapte edilebilecek disiplinler olduğu için mezunların çalışacağı alanlar kesinlikle sınırlı deği. Genellikle data scientist’ler, kendi alanlarını en az bir geleneksel disiplin ile harmanlarlar. Ne demek istiyorum burda? Şu: Diyelim ki alan sağlık. Data scientist, hem data science disiplinine hakimdir hem de sağlık alanını iyi derecede bilir. Finans, biyoloji, kimya alanlarında iş imkânları bulabilirler. Eğlence sektörü de data scientistlere ihtiyaç duyuyor: Sosyal medya ve e-sports alanlarını saymazsak haksızlık olur.

Bunun dışında, günümüzde dijital dönüşümler çok büyük bir trend. Data scientistlere çok ihtiyaç oluyor bu noktada. İşletmeler dönüşümleri sırasında çok büyük otomasyonlara ihtiyaç duyuyorlar, işte bu noktada data scientistler optimizasyon sorunlarını hallediyor şirketlerin. NLP (Natural Language Processing), Computer vision bu alanlardan sayılabilir.

Bir de şu aralar yavaş yavaş konuşulan ve geleceğin çok önemli meslekleri olacak olan iklim mühendisliği, yeşil yaşam adaptasyonları, sürdürülebilirlik, asteroid ve mars için uzay araştırmaları gibi alanlar var.

Kısaca, verinin olduğu her yerde bu bölümlerden mezunlara ihtiyaç olacak. Dünya daha bilimsel, daha araştırmacı bir yöne doğru evriliyor. Veri, bizim bilimsel kanıtlardaki en güçlü aracımız olduğu için bu veriyi işleyecek kişilere önümüzdeki dönemde epeyce ihtiyaç olacağı zaten öngörülüyor.

 

Peki sizce bu iş için en ideal ülke İngiltere midir?

Aslında yaptığımız iş evrensel. Ama bazı ülkeler bizim işlerimizi destekleyici devlet politikaları uyguluyorlar. Batı dünyasında genellikle Amerika ve Kuzey Avrupa ülkeleri, doğuda ise kesinlikle Çin.

Ingiltere bazında konuşacak olursam, geçtiğimiz aylarda Ingiltere 2030 yılında AI ilişkili iş kollarının gayri safi milli hasıla içerisindeki payının çok artacağını hatta ve hatta toplam gayri safi milli hasılanın 2030 yılına kadar AI sayesinde %10’dan daha fazla olacağını öngördüğünü açıkladı. Açıkçası, bu tahminler çok cesaretlendirici.

Bu bağlamda, Ingiltere en idealidir demem doğru olur mu bilmiyorum ama en ideal ülkelerden biri olacağını söylemek yanlış olmaz sanırım.

 

Sohbetimiz devam ederken arkadaşlarımız da sorularını yöneltmeye devam etmiş, izninizle biraz da onların sorularına yer veriyim 😊

İngiltere’deki sosyal hayattan bahsedebilir misiniz?
  • Ingiltere’nin sosyal hayatını anlamak için demografik yapıya özellikle de etnik yapıya bakmak gerekir sanıyorum. Ülkenin geneline bakarsak, kuzey taraflar daha Ingiliz yoğunluklu, güneyler ise daha çok göçmenlerin olduğu şehirlerden oluşmakta. Midlands dediğimiz, Ingiltere adasının orta kısımlarında ise parça parça farklı göçmen toplulukları görüyoruz. Mesela, Leicester Hint popülasyonu yüksek bir şehir. Aynı zamanda da birçok kuzeyli İngiliz’in de yaşadığı bir yer.
  • Londra’ya dönüp bakarsak, şehrin sadece %45’i Ingiliz. Geri kalanı tamamen göçmen. Londra’nın kuzeyinde genellikle Türkler, Yunanlar, ve geri kalan akdeniz ülkelerinin insanları yaşarken, doğusunda daha çok Pakistan ve çevresindeki ülkelerin göçmenleri yaşıyor. Batı tarafı, özellikle Richmond çok fazla Ingiliz’in yaşadığı bir bölge. Güney ise daha çok afrika kökenlilerin bulunduğu bir kesim.
  • Yani toplarsak, sosyal hayat herkese hitap ediyor. Özellikle Londra butik ülkeler bütünü diyebiliriz. Bir sokaktan diğer sokağa geçtiğinizde başka bir ülkeye geçebilirsiniz.
  • Bu karmaşık yaşam beraberinde anlayış ve nezaketi getiriyor. Farklı etnik kökenlerin ülkede azınlık denmeyecek kadar kalabalık olması, devletin de bu insanlara eşit davranması zorunluluğunu masaya koyuyor. Zaten yerel halk, farklı kültürlerden insanlara alışmış vaziyette olduğu için herkes herkesin davranışına, konuşmasına, fikrine, kültürüne oldukça saygılı.
  • Londra Avrupa’nın Paris ile birlikte en çok turist çeken şehri olduğu için çok farklı imkânları var. İlk başta sanatın ve koleksiyonculuğun şehri zaten. Bunun dışında, parklardan tutun da publara, kafelerden en lüks restaurantlara, butik konserlerden, en büyüklerine hepsi burada var. Hatta şöyle ufak bir anımı paylaşayım: Bir Ingiliz arkadaşım, bir sohbet sırasında bana Türkiye’de şu marka var mı, bu kafe var mı diye sorup duruyordu. Ben de ona saçma sapan bir marka sordum burda var mı diye. Cevap: “Burası Ingiltere, burada her şey var” olmuştu. Doğru, şaşkınlık bende, imparatorluk ülkesi sonuçta 🙂
  • Sonuç olarak sosyal yaşam dediğimiz zaman burada kesinlikle herkese hitap eden bir şey var burada.
İngilizlerin aksanlarını nasıl buluyorsunuz?
  • Şiir gibi. Çok anlaşılır. Vurguların, anlayışı bayağı kolaylaştırdığını düşünüyorum.
  • İlk geldiğimde çok net söyleyeyim pek bir şey anlayamıyordum. Ama zamanla o kadar oturdu ki artık şakalar espriler havada uçuşuyor 🙂 Hatta Ingilizce, Ingiliz Ingilizcesi olmalı gibi tutucu düşünmeye başladım son dönemde 🙂
  • Türkiye’de üniversite okurken dil kursuna gidiyordum. O zamanlar diyordum ki Amerikan Ingilizcesi’ni anlamak daha kolay, daha anlaşılır. Şimdi, burada 3 senemi tamamlamak üzereyim, Amerikan Ingilizcesi duyduğumda kulaklarıma zımpara çekiyorlar gibi hissediyorum. Sanırım ben de Ingilizler gibi Amerikan Ingilizcesi’ni kabul etmemeye başladım, Amerikanca o 🙂

 

Öğrenciyken çalışarak programın ücretini karşılayabilir miyiz?
  • Ingiliz vatandaşlığınız yoksa buna çok net hayır diyebilirim. Ingiliz olmayanlar, Ingilizlerin ödediğinin neredeyse 3 katı kadar ödemesi gerekiyor ki bu da part time çalışarak mümkün değil. Mesala benim bölümüm ben okurken 19k pound idi. Sanırım 2021 için 21k pound. Saatlik minimum ücret bu sene için 8.5 pound civarı. Hesabını siz yapın 🙂

 

Öğrenciliğiniz sırasında çalıştınız mı? Çalışmayı tavsiye ediyor musunuz?
  • Evet çalıştım. Dediğim gibi, kampüste barista olarak çalıştım. Bu çalışma konusunu biraz açmak istiyorum izninizle.
  • Master öğrencileri Ingiltere’ye TIER 4 öğrenci vizesiyle geliyorlar. Bu vize, öğrencinin haftalık maksimum 20 saat çalışmasına imkân veriyor. Ama çok az bilinen bir konu var ki, bu 20 saatlik sınır sadece eğitim döneminde geçerli. Eğitim dönemi “term-time” eğitim dışı dönem “out-of-term” olarak geçiyor. Ve out of term sömestre tatili, easter ve yaz dönemini yani tez dönemini kapsıyor. Bu da demek oluyor ki bu dönemlerde sınırsız çalışabilirsiniz. Bunu ben buranın sigortalar departmanı ve işverenim ile konuştum, doğruladım ve de kendim de yaptım.
  • İkinci bir nokta ise 20 saatin tamamını bir işverenden doldurmanızın zorunlu olmaması. Yani 10 saat bir yerde 10 saat başka bir yerde çalışılabiliyor. Önemli olan, o haftanın sonunda sizin sigorta numaranıza 20 saatten fazla bir çalışma işlenmemiş olması. Sigorta numarası evet, çalışmaya başlamadan sigorta numarası almanız gerekiyor. “NIN” yani “National Insurance Number” olarak geçiyor bu.
  • Başka bir konu ise öğrencilere part-time işler verilmiyor. Çünkü part-time olduğunda bir kontrata imza atıyorsunuz ve işveren genellikle size işten çıkaramıyor. Bunun önüne geçmek için “Zero-Hours Contract” denilen bir anlaşma şekli var. Yani işveren sizi iş oldukça çağırıyor, saatlik check-in/check-out yapıyorsunuz ve çalıştığınız saat kadar size ödeme yapılıyor. Tabi bu, işverenin size her hafta 20 saat iş vermeme konusunda da elini rahatlatıyor. Evet, her hafta 20 saat iş alamayabilirsiniz. Ben haftada 5 saat çalıştığımı hatırlıyorum. O yüzden nakit akışı hesabı yaparken bunu göz önüne almakta fayda var.
  • Ben kendimden örnek verecek olursam, tez dönemine kadar okulda barista olarak 20 saate kadar çalışmaya zorladım işverenimi. İşimde çok özverili çalıştığım için onlar da ilk olarak bana soruyordu işçiye ihtiyaç olduğunda. Veya biri hastalandığında ilk bana soruyorlardı boşluğu doldurur muyum diye. Tez döneminde ise derse gitmediğim için gündüzleri baristalığa devam ettim, geceleri bir otelin barında barmenlik yaptım. Geri kalan vaktimde de kütüphanede tezimle ilgileniyordum. Lütfen hatırlatmama izin verin, dakikalarımı planlıyordum. O yüzden bu yaptığımı herkese önermiyorum. Üniversite öncelik. Ama ben bu imkânlarınızın olduğunu göstermek istiyorum size sadece, ihtiyacınız olursa diye.
  • Gelelim çalışmayı tavsiye edip etmeme konusuna. Ben, Türkiye’de biriktirdiğim paranın tamamını üniversiteye yatırmaya karar vermiştim. Yetmedi. Avrupa’dan kredi çektim. Yetmedi. O yüzden çalışmam gerekiyordu. Ama çalışmaya ihtiyacım olmasaydı da çalışırdım. Eğer başka bir ülkeye geliyorsam, o ülkeyi öğrenmek isterim, yaşam şeklini, jargonunu, alışkanlıklarını. Bunun da en iyi yolu ülkenin sisteminin içine karışmaktır. Tezgah arkasına geçmek bunun en iyi yollarından biri. O tezgahın arkasında kurduğum arkadaşlıkların haddi hesabı yok. Hala daha hepsiyle kontağım var. Toparlarsak, çalışmayı tavsiye ediyorum. Sosyalleşmek, yeni insanlar tanımak için. Maddiyat sonra geliyor.

 

Okulunuzda aldığınız eğitim mesleki anlamda size neler katıyor?
  • Bu, çok geniş bir şekilde cevaplanabilecek bir soru aslında.
  • Ingiliz eğitiminden geçtikten sonra Ingiliz iş hayatının nasıl işlediğini anlamak çok daha kolay oluyor. Beklentileri anlamak çok daha rahat oluyor. Ayrıca, iş sahipleri her zaman ortaya atılan fikirlerin dayanağını beklerler. Onca yazdığım rapor, çözdüğüm gerçek hayat problemleri ve yazdığım tezden sonra sorunlara hangi açıdan yaklaşmam gerektiğini çok iyi biliyorum. Daha konuyu duyar duymaz aklımda yüzlerce soru işareti beliriyor. Bunu da yine master eğitiminin kişinin derinlemesine sorgulama yeteneğini geliştirmesine bağlıyorum. Ve tabii ki bir sorun çözüldükten sonra bunun C-Level yöneticilere anlatılması kısmı bambaşka bir mevzu ki yine bunun da üniversite yaptığımız onca sunumun katkısıyla iyice geliştiğini düşünüyorum. Bize yüzlerce kez söylenen şey şuydu: “Raporlarınızı, sunumlarınızı, tezinizi, okuyan/dinleyen kişinin hiçbir bilgisi yokmuş gibi varsayarak hazırlayacaksınız ve o kişinin anlayabileceği kadar basitleştireceksiniz”
  • Eğitim dışında üniversitenin en büyük katkısı network tabii ki. Eğitim her yerde alınır. Çoğu konuyu internetten açıp öğrenebiliriz. Ama network olayı bambaşka. Ingiliz üniversiteleri çok iyi birer akademi yuva olmalarının yanında aynı zamanda da çok da iyi birer business hub rolüne sahipler. İş piyasasındakiler çoğunlukla üniversiteler ile işbirliği yapmak için profesörlere gelirler. İşte bu yüzden de bazı üniversite hocaları yetenek avcılığı yapıp öğrencilerinden bazılarını ileride yanlarında çalışabilirler mi diye değerlendirirler, öğrenciler farkına bile varmaz. Bu bağlamda şunu söyleyebilirim ki, üniversiteye gelecek olan arkadaşlarım, lütfen derslerinize özen gösterin, hocalarla iyi ilişkiler kurun, sürekli “Neden?” diye sorun ve bir şekilde kendinizi başkalarından ayrıştırın. Bu tutum, sizin bir sonraki mesleğinizi bile belirleyebilir 🙂

 

Harika 😊 Ben de bu cevaba istinaden İngiltere size neler kattı, hatınızda neler değişti bunu öğrenip aynı zamanda ailemizin diğer üyelerine vereceğiniz tavsiyeleri merak ediyorum 😊

Ingiltere öncelikle bana kendimi kendime kanıtlamam için yardımcı oldu. Istersem neleri yapabileceğimi gösterdi bana. Dünyanın her yerinde geçerli olabilecek bir diploma ve çok güzel bir dil sağladı. Birçok arkadaşlıklar, çok yoğun anılar, çok geniş bir network verdi.

            Amerika’ya giderseniz, Amerika’yı öğrenirsiniz. Çin’e giderseniz Çin’i öğrenirsiniz. Ama Ingiltere’de dünyayı öğreniyorsunuz. Ingiliz Imparatorluğunun kalıntılarını günümüzde hala daha görebiliyoruz. O yüzden kesinlikle dünyayı anlamama, ülkeler arasındaki mekanizmaların nasıl işlediğini görmeme yardımcı oldu. Çok geniş ve detaylı bir bakış açısı sağladı.

            Işin ve insanın önceliklerinin neler olduğunu anlattı bana. Bir iş yapıyorsan bundan para kazanmalısın. Bir insanla berabersen ona saygı duymalı ve değer vermelisin. Bunlar önceliklerdir.

            Insan haklarının, hayvan haklarının gerçekten neler olduğunu öğretti. Farklı dinlerin, dillerin, kültürlerin nasıl birbirine bu kadar yakın ve aynı zamanda da nasıl bu kadar uzak olduğunu gösterdi. 

            Ve tabii ki her şeyten öte, bambaşka bir deneyim, bambaşka bir hayat, bambaşka bir Seçkin verdi bana.

            Tavsiye konusunda ise,

            Bir kum saati düşünün. Saatin alt tarafı geçmiş, üst tarafı gelecek ve kumların geçtiği boğum ise şu an. Eğer şu anımızı akmış gitmiş kumları düşünerek geçiriyorsak, keşke şöyle yapsaydım diyorsak aslında geleceğimizden çalıyoruz. Vaktimiz çok değerli, hiçbir zaman geçmişi düşünmeyin, değiştiremezsiniz, geleceğe odaklanın, neler yapabileceğinize. Yapmak istedikleriniz gözünüzde büyüdüğünde aklınıza kumlar gelsin. Hepsi bir anda akmıyor, ama tane tane aktığında arkalarında kocaman bir kum tepesi bırakıyor. Ne yapmak istiyorsanız, iyi bir plan yapın, sonra da adım adım planınızı uygulamaya başlayın. Konfor alanınızdan da çıkmaktan korkmayın, asıl eğlence o alanın dışında 🙂

Ekleyeceğiniz bir şey yoksa ben bu hoş sohbet için size Lemon Academy Ailesi adına çok teşekkür ederim.

Çok küçük son bir şey eklemek istiyorum. Hepimiz farkındayız, hem fiziksel hem de psikolojik çok zor bir dönemden geçiyoruz. Lütfen zorluklar sizi korkutmasın. Bunlar doğum sancıları arkadaşlar, yeni bir dünya görmek üzereyiz 🙂

Çok teşekkür ederim beni ağırladığınız ve vaktinizi ayırdığınız için.

Tekrar teşekkürler, kendinize dikkat edin 😊

 

Yayını izlemek isteyenler için;