Merhabalar, ben Ece Yağcı. Amerika’da dil eğitimi ile ilgili herkesin aklında birçok soru var. Bugün Mert İlişik ile Amerika deneyimlerini konuşacağız. Öncesinde ben Amerika Birleşik Devletlerinin Dünya’nın üçüncü büyük ülkesi olduğunu belirtmek ve nüfusunun 330 milyonu geçtiğini hatırlatmak isterim. Böylesine büyük bir ülkede dil eğitimi programına katılmak oldukça eşsiz bir deneyim olsa gerek Mert İlişik katıldığında...
Mert İlişik İle Amerika’da Dil Eğitimi Söyleşisi!
Merhabalar, ben Ece Yağcı. Amerika’da dil eğitimi ile ilgili herkesin aklında birçok soru var. Bugün Mert İlişik ile Amerika deneyimlerini konuşacağız. Öncesinde ben Amerika Birleşik Devletlerinin Dünya’nın üçüncü büyük ülkesi olduğunu belirtmek ve nüfusunun 330 milyonu geçtiğini hatırlatmak isterim. Böylesine büyük bir ülkede dil eğitimi programına katılmak oldukça eşsiz bir deneyim olsa gerek Mert İlişik katıldığında tecrübelerini bizlere aktaracaktır.
Bu gönderiyi Instagram’da gör
Selamlar Mert İlişik Bey, nasılsınız?
Selamlar herkese, iyiyim teşekkürler siz nasılsınız?
Teşekkürler, iyiyim ben de. Amerika’da dil eğitimi tecrübenizden, New York maceralarınızdan ve 4,5 ay boyunca geçirmiş olduğunuz sürede ziyaret ettiğiniz şehirlerden bahsediceğiz. Öncesinde kimdir Mert İlişik, kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Tabiki, Mert İlişik 21 Eylül 1994 doğumlu olup, lisede Grafik Tasarım, sonrasında Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Tekstil ve Moda Tasarım bölümünü bitiren ve mezuniyetinin ardından aile şirketimiz olan Dasila Mobilyada çalışmaya başlayan ve boş zamanlarında da reçine tablolar yaparak kendi kurduğu markası Baviera üzerinden hobisini devam ettiren bir genç aslında.
Dilerseniz Amerika’da, dilerseniz İngiltere’de olun, ya da Japonya’da bir dil okulunda bulun kendinizi… Su götürmez bir gerçek var. Kendinize güvenmezseniz dil okulunda İngilizce öğrenemezsiniz. Gittiğinizde İngilizceniz hangi seviyedeydi? Sizin eğitim süreciniz nasıl geçti ?
Öncelikle bu benim dil eğitimi üzerine ilk tecrübemdi. Öncesinde bir kursa gitme veya üniversitede hazırlık okuma fırsatım olmadı. Tek eğitimim dinlediğim müziklerin Türkçe çevirilerine bakıp bilmediğim kelimeleri tekrar ederek, bu kelimelerle kendi kendime günümün nasıl geçtiğini anlattığım küçük pratiklerle başladı aslında. Ama bunun faydasını Amerika’ya gidince daha çok farkettim çünkü farkında olmadan hem aksanımı hem de gramer bilgim çok olmamasına rağmen konuşmamın akıcılaştığını farkettim.
Gittiğimde yapılan seviye tespit sınavı sonuçlarım B1 seviyesinde çıktı fakat gramer bilgim okuldaki çoğu kişiye göre düşüktü. Başlarda bunun bir zorluk yaratmasından tereddüt etmiştim fakat düşündüğüm gibi olmadı.
Dil okulu Anıları
Ben Kaplan dil okullarını tercih etmiştim ve Kaplan’ın eğitim sürecinde öğrencilerine sunduğu ingilizcenin farklı noktalarına yoğunlaştıkları farklı sınıfları vardı. İş ingilizcesi, gramer, günlük konuşma ve çeşitli dil sınavları için biraz daha ağır konular işlenen sınıflar gibi. Bunların yanısıra isteğe bağlı olarak haftalık ders saatinizi arttırabildiğiniz bir seçenekleri de vardı. Bu seçenek sonrası TED talks, deyimler ve atasözleri, genel kültür, felsefe gibi ek dersler alabiliyordunuz. Ben sürece ilk 1 ay iş ingilizcesi eğitimi alarak başladım ardından gramer ve günlük konuşma sınıflarına geçerek eğitim sürecim devam etti. Bunun yanı sıra bahsettiğim ek dersler için okul ile görüşüp haftalık ders saatimi arttırmak istediğimi söyledim. Ek dersleri almayı kabul ettiğinizde okul sizden haftalık zorunlu ders saatini arttırmak istediğiniz ile ilgili bir imza alıyor. Böylece eğitim süreniz boyunca bu derslere en az haftanın 3 günü devam zorunluluğu sağlamanız gerekiyor. Fakat bu sizi günüm okulda mı geçecek ben şehride keşfetmek istiyorum diye gözünüzü korkutmasın. Dersler çok geç saatlerde bitmiyor ve eğlenceli konular ile geçen derslerin günlük hayatta yaşayacağınız deneyimlere oldukça katkısı oluyor. Örneğin deyimler ve atasözleri sınıfında öğrendiğim bazı kalıplar sayesinde Amerikalıların oldukça yaygın kullandığı bazı lafların anlamlarını anlamam ve bir Amerikalı gibi düşünmeye başlamamda büyük faydası olmuştu. Oldukça eğlenceli bir eğitim süreci geçirdim ve yazın gitmiş olmamdan dolayı şehrin farklı yerlerinde sürekli çeşitli etkinlikler oluyordu ve bu etkinlikleri takip etmemden dolayı okulda mentör seçilmiştim. İsteyen öğrencilere etkinlikler hakkında bilgi verip bazen de diğer mentor arkadaşlar ile birlikte bu etkinliklere beraber gidebileceğimiz bir organizasyon düzenliyorduk.
Eğlenceli bir süreç her aşamasında yeni bir deneyim ve tecrübe yatıyor. En basit şeyler bile size çok fazla şey katıyor. Tadını çıkartmaya bakın.
Çok haklısınız. İngilizce bir okyanus, siz kulaç atmayı öğrendikçe ufukta upuzun bir mavilik görüyorsunuz… İngilizce “Hello” dediğiniz an öğrenme süreciniz başlıyor. Bu süreç yaşam boyu devam ediyor. Öğrenmek başlı başına bir yaşam şekli. Dil okuluna gitmek ise hiç bir zaman öğrencilerin amacı olmamıştır, dil okulları bir araçtır. Her öğrencinin bu aracı tercih etme sebebi farklılık gösterir. Sizin amacınız neydi?
Hmm.. derin bir soru. Biraz zorunluluk birazda farklı kültürlere olan ilgi ve Amerika sevdam diyebilirim aslında. Günümüzde İngilizce, zaten biliyor olmanız gereken bir dil olarak görülüyor. Bu yüzden dil engelini önümden kaldırmak istedim. Klasik ama en büyük amacım buydu çünkü bu amacı hayatın getireceği tecrübeleri yakalamamda bir araç olarak gördüm. O tecrübelerde deneyim edinirken dil engeline takılmadan almam gereken dersi alabilmek için. Bunun dışında farklı kültürler hep ilgimi çekmiştir ama Amerika’ya olan ilgim lise yıllarımda başladı ve özellikle New York’a karşı farklı bir aşk vardı içimde. Bir şekilde New York’un o kaoslu sokaklarında olmak istiyordum. O zamanlardan beri bir hayaldi, Brooklyn köprüsünün altında evlenicem diye dalga geçerdim sürekli. Evlenmedim ama o köprüyü görüp, Amerikayı yaşamak, bir çok farklı kültür hakkında bilgi edinmek ve yıllar sonrada olsa amaç edindiğiniz hayalinizin gerçekleştiğini görmek oldukça cesaretlendirici ve kabuk yırtmanızı sağlayacak anlardan birisi oldu benim için.
Öyle doğru ki… Amerika’da dil okulu birçok öğrencinin aracı, amaç ise Amerika’yı yaşamak, ikinci bir ülke fırsatı yaratmak. Amerika’da keşfedilecek çok yer, sayılamayacak çok detay ve unutulamayacak bir atmosfer var. New York’ta yaşamak size neler kattı, hayatınızda neleri değiştirdi?
Bazısı hayatımda ama daha çok mental olarak çok şey kattı bana. En başta kendimi keşfetmemde büyük faydası oldu. Farklı farklı yeteneklerimi keşfettim. Çok güzel kaybolup sonra yolumu bulabiliyorum mesela 🙂 Amerikadan sonra farklı bir özgüven var içimde. Hayatıma yönelik aldığım kararlarda bazen ne kadar zor ve imkansız görünseler bile ulaşılmaz olmadıklarını benimsedim. Evet çok çalışırsanız zaten hedefinize ulaşırsınız bunu bilmek için Amerikaya gitmenize gerek yok bla bla fakat bahsettiğim çok daha farklı bir tecrübe. Çalışarak edinemeyeceğiniz yaşamanız ve acısıyla tatlısıyla ruhunuzun benimsemesi gereken bir tecrübe.
Artık daha kolay hayır diyebiliyorum mesela. Ya da üzerimde olduğunu bile farketmediğim yükleri üzerimden attığım için yenilerinin konulmasına izin vermiyorum olabildiğince. Çünkü özgürlükler ülkesinde bu yükleri atıp hafiflediğinizde geri yüklenmek istemiyorsunuz. Farklı kültürlerdeki insanlar ile sosyalleşmem beni kültürel anlamda zenginleştirdi.
O kadar çok ki bu eğitimlerin size katacağı şeyler, tarifi zor gerçekten. Döndüğünüzde kesinlikle aynı kişi olmayacaksınız. O yüzden tereddüt etmeden kendinizi o yolculuğun içine atın.
Öğrenciler dil okulu tercihlerine göre okul bünyesinde yurtta ya da bir aile yanında kalıyor. Sizin konaklama tercihiniz neydi? Konaklamanızdan memnun muydunuz?
Ben aslında aile yanı konaklamayı tercih etmiştim fakat ilk 1 ay aile bulunamadığı için Manhattanın tam anlamıyla göbeğinde olan New Yorkers adında bir yurtta kalma fırsatım oldu. Bu yüzden her iki konaklama seçeneğini tecrübe etme şansım oldu.
Yurt konaklaması tabiki daha pahalı bir seçenek ama inanın aile yanından daha fazla mı konforlumu diye soracak olursanız cevabım HAYIR olurdu. Tabiki artı yönleri var ama Amerikadasınız bazı artı yönlerden vazgeçip o paraları unutulmaz deneyimlere çevirebilirsiniz. Sonuçta şehri yaşamaya gidiyorsunuz, oda da vakit geçirmeye değil. Ama yurt seçeneğinde ki artı yönlerden bahsetmeden geçmeyeyim yinede 🙂 Benim kaldığım yurtta spor salonu, öğrenciler ile sosyalleşebileceğiniz bir alan ve dilerseniz yemeklerinizi yapabileceğiniz bir mutfak bulunuyordu. Ben çift kişilik bir oda da kalmıştım, odalar biraz küçüktü ama yalnızca uyumak için kullandığımdan bu benim için bir sorun olmadı. Bir de o klasik amerikan filmlerindeki çamaşırhaneler var. Kahvenizi kitabınızı alıp vakit geçirebileceğiniz. Konum olarak da şehrin tam merkezinde olduğu için ulaşım anlamında da cezbedici. Fakat New York metro hattı inanılmaz gelişmiş olduğundan şehrin bir ucundan diğerine metro ile çok rahatlıkla gidebiliyorsunuz. O yüzden bu seçeneğin çok fazla bir önemi kalmıyor. En büyük artısı öğrenciler ile aynı yerde kaldığınız için dışarı çıkmadığınız zamanlarda dahi sürekli pratik yapma ve farklı kişiler ile tanışma fırsatınızın olması.
Aile yanı konaklamaya gelicek olursak benim kaldığım aile Brooklyn bölgesindeydi. Konaklamaya bir öğün yemek dahildi ben bunu genelde kahvaltıda kullanıyordum. Çamaşır ve kurutma makinesi olan bir ailede kaldım. Çamaşırlarımı yıkamak istediğimde 10 dolar gibi bir ek ücret vererek elimde çamaşır sepetiyle çamaşırhane aramak zorunda kalmıyordum. Yurtta olduğu gibi burada da oda arkadaşım vardı ve kendimize ait bir banyo tuvalet bulunuyordu. Bu kaldığınız ailenin ev durumuna göre değişiklik gösterebilir. Fakat aile yanında da en az yurtta olduğum kadar rahattım ve eve geliş saatlerim sıkıntı yaratmıyordu. Eve gelmeyeceğim günlerde kaldığım aileye haber vermem yeterli oluyordu. Benim kaldığım evde Lidia adında tatlı bir kadın tek başına yaşıyordu ve daha kapıdan girer girmez ayakkabılar burada durmalı valizini buraya koy gibi evin kurallarından bahsetti. Bu yurt rahatlığından sonra başta biraz kısıtlayıcı gelsede sonrasında günlük rutinime dönüştü ve hiç problem yaşamadım. Bazı günler kaldığım aile airbnb’den evin bazı odalarını kiraya verdiği için çeşitli insanlarla da tanışma fırsatım oluyordu.
Genel olarak toparlayacak olursam her iki seçenek de rahatlık ve konfor anlamında tercih edilebilir durumda. Ama benim tavsiyem gideceğiniz ülkenin yurt lokasyonuna ve beklentilerinize göre bu seçenekleri değerlendirmeniz. New York’ta aile yanı cazip gelirken İngilterede yurtta kalmak daha avantajlı olabilir.
Amerika’da eyaletler arasında bariz farklılıklar var. Sizin için bu farklılıklar kafa karıştırıcı oldu mu? Ya da karşılaştığınız size ilginç gelen bir farklılık var mıydı?
Evet gerek maddi gerekse manevi olsun eyaletler arası bazı farklılıklar mevcut. Örneğin Manhattan da almak istediğiniz bir ürünün Brooklyn de yarı fiyatına olması gibi. Ama genel anlamda Amerika kozmopolit bir ülke olduğundan bu farklılıklara adapte olmam çok kafa karıştırıcı olmadı. Ya da ben bu yeni tecrübeleri kucaklamaya fazla hazırdım bilemiyorum.
Fakat bir barda otururken sipariş sonrası ödememi yapıp kredi kartımı bana geri vermesi için çalışanı beklerken, 10 dakikalık bekleyiş sonrası çalışanın diğer müşteriler ile ilgilenmesine şaşırıp biraz paniklemiştim. Kartım nerede niye getirmediniz diye. Sonrasında öğrendim ki kafe ve barlarda genel olarak sipariş öncesi kredi kartınızı çalışana verip, bir hesap açtırıyormuşsunuz ve kalkacağınız da o kart ile ödemesini yapıp hesabı kapatıp siza geri getiriyorlarmış. Yani bir yere oturup kartınızı verdiğinizde paniklemeyin çünkü kendilerini güvenceye almak için böyle uygulamaları var.
Bunun dışında gelen fişe sürekli ödeme miktarına göre yüzdelik hesap yaparak bahşiş miktarını yazmam gerekiyor olması garip gelmişti. Ve evet arkadaşlar Amerikadaysanız o klasik bahşiş zorunluymuş dedikoduları doğru. Bahşiş vermediğiniz taktirde size büyük bir tavır sergiliyorlar. Bir keresinde berbere ödeme yaparken 1 dolar bahşiş vermek isterken ekrana yanlışlıkla 1 cent yazdım ve adam baya söylenmişti.
Bir de yaptığınız tüm alışverişlerde verginin kasada ekleniyor olması var tabi. Kasaya giderken aldıklarınızın parasını hesaplarken, kasada hesabın fazla çıkıyor olma sebebi bu.
Peki ya gürültüsü! Şaşırtıcı olan kısmı şehrin gürültüsü değil arkadaşlar polis arabaları ve ambülansların siren sesleri. Her birinde ayrı bir ses sistemi var gibi inanılmaz yüksek ses ve bass ile ses çıkartıyorlar. Yolda yürürken arkanızdan bir polis arabası aniden siren çalarsa kısa süreli bir şok geçirmeniz oldukça yüksek 🙂 Neyseki zamanla alışıyorsunuz.
Ve son olarak kurallara uyun. Eğer arabanızla yaya geçidinde durmamanız gerekiyorsa durmayın çünkü insanlar kaputun üstüne basarak yürümekten tereddüt etmiyorlar.
Hastanelerinse oldukça pahalı olduğunu hepimiz biliyoruz. Sizin de maalesef yolunuz bi şekilde hastaneyle kesişti ☹ Süreci birazcık aktarabilir misiniz? Amerika’daki sağlık sistemiyle Türkiye’yi karşılaştıracak olsanız ne gibi farklar gördünüz?
Eğer gideceğiniz ülke Amerika ise fiyatı yüksek diye sağlık sigortasından vazgeçmeyin ve mutlaka yaptırın. Çünkü Amerikada sağlık sistemi gerçekten çok kötü ve pahalı malesef.
Türkiyeye dönmeme yakın gıda zehirlenmesi olduğunu tahmin ettiğim bir rahatsızlık geçirdim. ve bir kaç gün dayandıktan sonra artık hastaneye gitmek zorunda kaldım. Normalde sağlık sigortanız varsa diğer ülkelerde süreç şu şekilde işliyor, sigorta şirketinin anlaşmalı olduğu hastaneye gidiyorsunuz. Bu bilgiyi de hastaneye gitmeden önce şirket size bildiriyor. Fakat Amerikadaki işleyiş tamamen farklı olduğundan, eğer Amerikada hastalanırsanız herhangi bir hastaneye gidip muayenenizi oluyor, ciddi miktarda olan muayene ücretini bir güzel ödüyor ve sonrasında sigorta şirketinden bu ücreti talep edebilmek için bir savaşa hazırlanıyorsunuz. Ben basit bir kan tahlili ve bir kaç ilaç için 2351 dolar para ödemiştim! Sonrasında hastaneye 3-4 kez tekrar gidip sigorta şirketinin ücreti geri ödeyebilmek için talep ettiği medikal raporumu, detaylı fatura bilgilerimi almak için kapı kapı dolaştığımı, bu detaylı faturayı hastanede veremedikleri için bir kaç yere mail atmam gerektiğini, bu mail için yazılması gereken yazıyı telefondaki adama 5 kez tekrar ettirdikten sonra dahi anlamayıp oradaki bir çalışana ‘ya benden böyle bir mail atmamı istediler de ama ben tam anlamadım siz biliyorsunuzdur’ diyerek acıtasyon yaptığımı hatırlıyorum. Detaylı faturada yapılan işlemlerin kalem fiyatları, medikal raporda ise detaylı olarak hangi saatte ne yapıldığı, konulan tanı gibi bilgiler yer alıyor. 45 sayfalık medikal rapor ve fatura bilgisini aldıktan sonra neyseki sigorta şirketinden ödediğim miktarın tamamını geri aldım. 2351 dolar arkadaşlar! Sağlık sigortası önemli kesinlikle küçümsemeyin.
Peki Amerika hayallerinizdeki gibi miydi? Beklentinizi karşıladı mı?
Hayallerimden fazlasıydı. Daha önce böylesine büyük ve kozmopolit bir ülkede bulunmadığım için baya hayal ettiğimi sanmışım, gidince farkettim. Bu yüzden de beklentilerimin çok üstündeydi. Bir çok farklı anlamda tecrübeyi aynı anda deneyim edebileceğiniz sayılı ülkelerden diyebilirim.
Almış olduğunuz dil eğitimi programı size neler kattı? Hayatınızda neleri değiştirdi desem😊
En başta gerek iş hayatında gerekse sosyal hayatta olsun olaylara farklı bir pencereden de bakabiliyorum. Sosyal olursanız getirisi daha da fazla oluyor. Benim sırf gittiğim etkinliklerden, kafelerden, barlardan tanıştığım insanlar ile sohbet ederek sonrasında onların arkadaşlarıyla tanışma fırsatım oldu. İnsanlar çok sıcak kanlılar gerçekten. Kafede tanıştığım Costa Ricalı bir çocuk beni doğum günü partisine davet etmişti ve o partide Chanel’in tasarımcısı ile tanışma fırsatım oldu. Sonrasında bu bağlantılar New York Üniversitesinden bir profesör, M&M şekerlerinde çalışan bir satış danışmanı, Heineken bira firmasında çalışan bir kimyager gibi alakasız sektörlerden eşsiz karakterler ile devam etti. Ve hepsi de dil eğitimi için geldiğimi bildiklerinden zaman zaman buluşmalarımızda okulun nasıl geçtiği, New York’a alışıp alışamadığım gibi sohbetler ile kuvvetlendi. Çoğu ile halen iletişim halindeyim.
Gerek farklı ülkelerden gelip Amerikaya yerleşenler olsun, gerekse lokal kişiler ile olan sohbetlerimde olsun sizden tamamen farklı yaşantıda ve kültürde dünyanın diğer yarım küresinde bir kişinin bakış açısından onun hayat tecrübelerini dinlemek sohbetler etmek oldukca keyifliydi.
Program süresi boyunca sizi en çok ne zorladı? Saat farkı, iklim ya da yemekler… Adaptasyon sürecinizi yavaşlatan etken oldu mu? Ya da kolay adapte olabildiniz mi?
Ben gittiğim ilk andan itibaren çok kolay adapte oldum. Tabiki bahsettiğim gibi zaman zaman ilginç gelen zor yanları oldu fakat bunu hep tecrübe olucak diyerek kucaklamaya çalıştım. Yemekler konusunda oldukça fazla seçenek mevcut. Whole Foods Marketten kendinize bir salata kasesi hazırlayabilir, dilim pizzayla gününüzü geçirebilir veya taco tuesday ile salıları kendinizi şımartabilirsiniz. Benim için her gün taco günüydü mesela 🙂 Yemekler konusunda çok bir sıkıntı çekmememin en büyük sebebi de farklı lezzetlere açık olmam. Bazı kişiler yeni tatlar deneme konusunda daha kapalı olabiliyor. Fakat New Yorkta oldukca fazla Türk restoranı da mevcut. Saat farkı ilk gittiğimde biraz sorun olmuştu, ilk bir hafta uyku düzenimi oturtmak ile geçti fakat sonrası keyifliydi. İklime gelicek olursak ben yaz dönemi gittiğim için zaman zaman fazla sıcak olduğu günler oldu, fakat kafamı kaldırıp gökdelenlerin arasında kendime nerede olduğumu hatırlattıktan sonra genel anlamda tüm sıkıntıları unutup yürümeye devam etmem çok da zor olmadı diyebilirim.
Çok çeşitli kültürleri potasında eriten Amerika Birleşik Devletleri, ülkede bulunan 20 milyonu aşkın yabancı nüfusuyla kültürel zenginliğe sahiptir. Sizin arkadaş çevrenizde farkettiğiniz, ilginizi çeken ne gibi kültürel farklılıklar vardı?
Her kültürün farklı bir özelliği var gerçekten. Örneğin tanıştığım tüm Brezilyalılar kelimelerin sonuna ‘i’ harfi ekleyip uzatarak konuşuyorlar, ve hemen hemen tüm Brezilyalıların taktığı inançlarını simgeleyen bir kolye var. Yolda o kolyeyi takan birisini gördüğümde o kişinin Brezilyalı olduğunu anlayabiliyordum.
Korelilerin birisiyle konuşurken ki o utangaç, uzun uzun düşünen tavırları, Amerikalıların cümle içinde çok fazla deyim kullanarak konuşması, İtalyanların sohbet koyulaştığında artan el kol hareketleri ama en büyük farklılık sanırım Amerikalıların daha çok bireysel yaşantıya önem vermesi. Yani birlik beraberlik duyguları Türkiye’deki insanlar kadar kuvvetli değil. Öncelik her zaman kendileri ve bu bir nokta da güzel bir şey.
Son olarak kapanışı Lemon Academy Ailesinin klasik sorusuyla yapmak istiyorum. Bu yayını izleyen arkadaşlarımıza vermek istediğiniz tavsiyeler nelerdir?
-
- Eğer dil eğitimine gitmek istiyorsanız yaşayacağınız zorlukları gözünüzde büyütmeyin. Bırakın o zorluklar hayat boyu unutamayacağınız tecrübelere dönüşsün. Döndüğünüzde kesinlikle aynı kişi olmayacaksınız ve gözünüzü korkutan şeylerin aslında o kadar da büyük bir engel olmadığını göreceksiniz.
- Bir de sağlık sigortası önemli arkadaşlar aman diyeyim 🙂
Diğer Yurtdışı maceraları için Igv Tv’mize bekleriz 🙂